10 Haziran 2018 Pazar

Oturan Boğa, Biyografi, Çeviri


Bugün bir çeviri ile karşınızdayım. Ne olursa olsun inançlarından kopmayan, çektiği tüm eziyete ve yaşadığı tüm zorluklara rağmen halkını terketmeyen bir liderin hayat hikayesini sizler için paylaşmak istedim. Tabi bunun Türkçe'sini zaten internette bulursun diyeceksiniz; ama İngilizce çalışmışta oluyorum bu şekilde. Umarım hoşunuza gider ve size birşeyler katar. Yazının altında çeviri yaptığım metnin orijinal halinin bulunduğu sitenin linki bulunmaktadır. Eksiklerim var ise bildirmenizi umuyorum. Şimdiden iyi okumalar.

I would rather die an Indian than live a white man. -Sitting Bull


OTURAN BOĞA (KIZILDERİLİ ŞEF 1831-1890)

Sitting BullOturan Boğa, Kuzey Amerika ovaların da hayatta kalma mücadelesi vermek için birleşen Siyu (Sioux) Kızılderili kabilelerinden Teton Dakota’nın Kızılderili şefiydi.

Özet

Oturan Boğa ilk savaşına 14 yaşında katılmış ve savaştaki başarılarından dolayı büyük bir saygınlık kazanmıştır. 1868 yılında Siyu Kabileleri Amerikan hükümetiyle barış antlaşması imzalasa da 1870’lerin ortalarında Black Hills’te altın keşfedildiğinde Siyu toprakları işgal edilmiştir. Oturan Boğa küçük çatışmaları kazanmış olsa da savaşı kaybetmiş, 1890’da tutuklandıktan sonra öldürülmüştür.

Gençlik Yılları

Tartışmasız en güçlü ve büyük ihtimalle en ünlü Kızılderili şefi olan Oturan Boğa 1831 yılında bugünkü adı Güney Dakota olan bölgede doğmuştur.

Saygın bir Siyu Savaşçısı olan Tekrar Döner’in (Returns Again) oğlu olan Oturan Boğa babasına büyük hayranlık duymuş ve onun ayak izlerini takip etmiştir. Küçüklüğünde savaş kabiliyetlerini sergileyemediği için Yavaş (Slow) ismini almıştır.

İsminin belirttiğinin aksine 10 yaşında ilk bufalosunu öldürmüş, bundan 4 yıl sonra düşman bir kabile ile yapılan savaşta büyük başarılar göstermiştir. İşte bu başarılardan sonra bugün bile bildiğimiz Tatanka-Iyotanka, yani Oturan Boğa ismini almıştır.

Oturan Boğa’nın hayatının büyük bölümü Amerikanlarla yaşanan çatışmalar ve karışıklarla geçmiştir. Daha çok gençken Strong Heart Society’nin lideri seçilmiştir. 1863 yılının haziran ayında ise ilk kez Amerika’ya karşı silahlanmış, ertesi yıl Killdeer Dağları savaşında savaşmıştır.

1865 yılında yeni inşa edilmiş olan Fort Rice’a (Bugünkü adıyla Kuzey Dakota, solda) yapılan bir saldırıyı komuta etmiştir. Bir savaşçı olarak yeteneklerinden dolayı büyük saygı gören Oturan Boğa 1868 yılında Lakota Milleti’nin şefi olmuştur.






İnsanlarının Savunucusu

Amerikan askerleriyle çatışmalar 1870’lerin ortalarında Kızılderililer için kutsal bir bölge olan Black Hills’te altın keşfedildikten ve Amerikan hükümetinin bu bölgeyi kendi toprakları gibi kabul etmelerinden sonra iyice kızışmıştır.

Amerikan hükümeti, madencilerin bölgeye girmesinden sonra büyük ya da küçük herhangi bir karışıklık çıkması halinde Kızılderililerle savaşılacağını belirtmiştir ancak Oturan Boğa bu yeni şartları reddetmiştir.

Oturan Boğa’nın madencilere karşı engelleyici şekilde davranmasının en temel iki sebebi kültürü ve inancıdır. İnancına göre ölümden sonra insanları öbür dünya’da onu beklemektedir ve topraklarını savunan liderler öbür dünya’da insanlarıyla huzur içinde yaşayacaktır. Little Bighorn River bölgesinde yer alan büyük bir köyde gerçekleştirilen Güneş Dansı seremonisinde Oturan Boğa 36 saat boyunca aralıksız olarak dans etmiş, kollarına ayin için önemli bir fedakârlık hareketi olan kesikler atmış ve nehirden su içerek kendini arındırmıştır. Bu mistik seremoninin sonunda gelecekten bir görüntü gördüğünü ve Amerikan ordusunun yenildiğini gördüğünü söylemiştir.

1876 yılında sadece birkaç gün sonra Rosebud Savaşında düşmanlarını yenilgiye uğratmıştır. Bir hafta sonra Little Bighorn savaşında 1000’den fazla Siyu ve Şayen (Cheyenne) savaşçısıyla 200’den biraz fazla askere sahip olan General George Armstrong ve ordusunu savaş alanında silmiştir.

ABD hükümeti için yenilgi utanç vericiydi ve hükümet, Amerikan Kızılderili kabilelerinin topraklarının kontrolünü ele geçirmek için çabalarını ikiye katlamıştır. Başarılıda olmuştur. Oturan Boğa bu zulümden kaçmak için, insanlarını dört yıl boyunca kalacakları Kanada'ya götürmüştür.

Oturan Boğa’nın Dönüşü

Oturan Boğa 1881 yılında, 1883’e kadar tutuklu kalacağı Dakota bölgesine geri dönmüştür. 1885’te Annie Oakley (Amerikalı keskin nişancı) ile arkadaş olduktan sonra, Buffalo Bill Cody’nin Vahşi Batı Şovuna katılmıştır.

Oturan Boğa’nın aldığı ücret iyiden daha fazlaydı. Arenada bir kez ata binmek için haftada 50 dolar alıyordu. Fakat, sürekli yollarda geçen hayattan yorulmuştu. Tüm bunların yanında şehirlerde görmüş olduğu sefalet ve ona karşı duyulan nefretten dolayı çok büyük bir üzüntü içine girmişti. İlerleyen günlerinde hemen ardından söyleyeceği “Beyaz bir insan olarak yaşamaktansa, bir Kızılderili olarak ölürüm.” Sözünden önce kendi  halkının yanına dönmeye karar verdi.

Son Yılları

Oturan Boğa doğduğu yerden çokta uzak olmayan Büyük Nehir (Grand River) bölgesine döndü ve burada huzur içinde bir hayat sürdü. Hristiyanlığı reddetti ve atalarının inancı ile hayatını sürdürdü. 

1889 yılında Kızılderililer Beyaz halkın topraklarını almayı ve Kızılderililerin yaşam tarzını yeniden kurmayı amaçlayan bir tören olan Hayalet Dans'ına (Ghost Dance Ceremony) katılmaya başlamışlardır. Oturan Boğa’da seremoniye katılanlar arasındaydı.

Güçlü şefin hareket üzerindeki etkisinden korkan hükümet, bir grup Lakota polis memurunun Oturan Boğa'yı tutuklamasını emretmiştir, 15 Aralık 1890'da polisler evine girmiş, Oturan Boğa'yı odasından çıkardıktan sonra evden bir silah sesi duyulmuştur. Şef, polisler tarafından başından vurularak öldürülmüştür. Daha sonra mezarı Kuzey Dakota'daki Fort Yates’e koyulmuştur. 1953'te ise mezarı ve arkasında bıraktıkları, bugün kaldıkları Mobridge, Güney Dakota'ya taşınmıştır.



















Neden Yazı Kayası?

Giresun Zapa Köyünde yer alan "Yazı Kayası"nın (bildiğiniz düz kaya) hikayesini anlatmadan önce küçük bir giriş yapmak istiyorum. İzninizle.. 

Öncelikle heyecanımdan dolayı beni mazur görün. Blogu açma tarihimle ilk yazımın tarihi arasında günler olduğu göz önünde bulundurulunca ne kadar hazırlıksız bir şekilde bu sayfayı açtığımı anlarsınız. İlk yazımı yazarkende bir o kadar hazırlıksız ve bu hazırlıksızlıktan dolayı heyecanlıyım. Gerçi üniversite hayatımın son 3 senesindeki sınavlar hariç hayat boyu herşeye hazırlıksızdım ben. O dönem ile ilgili yazılarımıda okumaya fırsat bulacaksınız inşallah. Konuyu dağıtmadan tekrar devam ediyorum. 

Yazımın ilk bölümünde Yazı Kayasını hikayesi yer alacakken devamında ise bu hikaye ile bağdaşmış bir şekilde blogun konusunu yazacağım. Bu arada * ile işaretlediğim bölümlerle ilgili dipnotları yazılarımın en altında bulabileceksiniz. 

Bulamazsanız twitter veya instagram adresimden DM atarak hatırlatırsanız teşekkür ile ödüllendirilebilirseniz. Adreslerim aşağıdaki gibi. 

https://twitter.com/mtkapiyoldas
https://www.instagram.com/mtkapiyoldas/

Bu arada instagram adresimde hayvan, manzara ve en önemlisi tek tükte olsa benimde resimlerimi bulabileceğinizi belirtmeyi boynumun borcu bilirim. 

Vira bismillah diyerek başlayalım o zaman.. 

Aniden blog açmaya karar verdiğimde bir cumartesi akşamı saat 23.57 civarı idi. Ulan ne yapsam ne yapsam*, nasıl daha çok kitap okurum diye düşünürken aklıma blog açmak gelmişti. 23.59 sularında kararım kesinleşmiş ve blogum için isim aramaya başlamıştım. Dakikalar geçmek bilmiyor, adeta saatlere dönüşüyor ve bu saat gibi dakikalar birer birer ilerlerken aklıma inatla bloguma koyabilecek bir isim gelmiyordu. Bulduklarımda çoktan alınmıştı. Derken, saatler 00.01'i gösterdiğinde son denemem olan "ortayakarışık" ismininde alınmış olmasını öğrenmemden hemen sonra kafamda şimşekler çaktı ve gözüme Yazı Kayasının bir yansıması düştü. Evet isimde alınmamıştı, aradığım fırsat buydu.

Peki nedir bu Yazı Kayası? Çok bişey beklemeyin öncelikle. Çünkü google'a kaya, büyük kaya, uçurum, rock, big rock, yani ne yazarsanız yazın karşınıza çıkacaklarla aynı, sıradan bir kaya. Bu kayanın tek bir özelliği vardı ben küçükken. Oda telefonun sadece orada çekmesiydi. Bir uçurum düşünün, köy 1000 metrede, o uçurumun kenarında 4 metrekarelik bir çıkıntı şeklinde kaya var, altı boş. Ve telefon bir tek oradan çekiyor. Yani mesela köydesiniz İstanbul'daki babanızı, sevgilinizi birini arayacaksanız, o kayanın üstüne çıkıp ölümü göze almanız şart. Düşünsenize sevgilinizi aramak için çıkıyorsunuz, kaya düşüyor, gözyaşları sel olmuş, köy sessiz. Dur diyor dur gitme ama olan olmuş. Ulan daha büyük aşk'mı var bee. Sevgilinle konuşmak için ölmüşsün oğlum. Ötesi mi var lan? Herhalde sevgiliniz siz onunla konuşmak için ölmüşken üstünüze bir ömür gül koklamaz...Koklarsada gerçekten yazıklar olsun, ayıp..

Öyle bir kaya işte Yazı Kayası arkadaşlar. Ben blogu açmaya karar verdikten ve ismide Yazı Kayası koymaya karar verdikten sonra şu an köyde bulunan babaannem ve dedemide arayıp yazı kayası ile ilgili biraz daha bilgi almaya çalıştım. Tabi bu arada hikayenin açığını yakaladınız dye sevinmeyin, artık köyün birçok yerinde telefon çekiyor. Ben küçükken sadece orada telefon çekiyor diye belirtmiştim. Her neyse günler süren telefon aramalarım sonucu üniversiteden Fiko diye bir arkadaşımla Üsküdar-Beşiktaş motorundayken nihayet babaanneme ulaştım. Belki 15 kere aradım ulaşana kadar ve ulaştığımda hiç aramadığım için suçlu olanda bendim ya, orası ayrı. Biraz hal hatır ettikten sonra Can Alıcı soruyu sordum babaanneme. Yahu dedim;




+ Yahu Babaanne sen onu bunu geçte 
-  He oğlum? 
+ Neden Yazı Kayasının ismi Yazı Kayası? 
-  ?? 
+ Neden yani bir hikayesi bir şeysi var mıdır bunun? 

Heyecanım dorukta, yazı kayasının gizemli hikayesinin detaylarını öğrenmek üzereyken hayallerimi suya düşüren o cevabı aldım... 

-  Ne bileyim ben. Hiçbir sebebi yok. Yazu Kayası işte.(şive yaptım) 

Dedemde gülerek cevap verip Yazı Kayasının olmayan hikayesinin yerine gençlik günlerinden bir hikaye anlatınca hayallerim suya düşmüştü. Sonuç olarak yazı kayasının tek esprisinin 2000'li yılların başında telefonun çektiği kaya olduğunu öğrendim. Oysa köyün büyük aşk hikayelerinin orda geçtiğini, köye mektup geldiğinde postacının evlere değilde mektubun sahibine mektubu bu kayanın çevresinde verdiğini, kısaca köyün herşeyinin bu kayanın etrafında döndüğüne dair gizemli bir heyecanım vardı. Köyle ilgili bir çok şeyde bu kayada döner diyip blog'umda herşeyi yazacağımı bağlayacaktım. Ama artık bağlayamadan belirtiyorum. 

Evet arkadaşlar, burada mitolojiden siyasete, spordan yemeğe, çevirilerimden alıntı makalelere herşey yazılacak. Umarım boşa açılmış bir blog olmaz. He en önemli açma sebebimde daha çok kitap okumak. İş hayatına girmiş olduğum son 2 yılda ne kadar çok kitaplardan uzak kaldığımı ve hayatımın rutinleştiğini düşündükçe kahrolurken bu blog bana bir umut oldu. Çünkü ne yalan söyleyeyim en başta, okurum ve sonra okuduğumu yazarım hevesiyle blog açmaya karar vermiştim. Hali hazırda zaten bir defterim var, okuduğum kitaplarda beğendiğim kısımları not ettiğim. 

Öyle işte. Açtık birşeyler. Umarız herşey yolunda gider. 

Herşeyi bulabileceğiniz, kimi zaman sadece bilgi öğrenebileceğiniz, kimi zaman neşelenip kimi zaman ağlayacağınız hikayelerim olacak. Çok şey yaşamış bir insan olarak kendimden şeylerde yazacağım uydurma şeylerde. Alıntıları, çevirileri vs bilecekseniz zaten ama hikayelerin gerçek mi uydurma mı olduğunu siz bulacaksınız. 

He bu arada şarkı dinlemeyi falan inanılmaz sever ve 1950-2020'ler arası birçok şarkıyı bilirim. Sizlede çok link paylaşırım. Haberiniz ola.. 

Hadi kalın sağlıcakla. 

*Ne yapsam ne yapsam: Küçük Emrah isimli türk toplumuna mâl olmuş sanatçının efsane şarkılarından biri olan unutabilsem adlı parçada kullandığı ikileme. Yapılacak hiçbirşey olmadığı anlamına gelir. Şarkının linki aşağıdaki gibi. 

https://www.youtube.com/watch?v=glRtwYvyPpg

“LOST” İzlemeye Yeniden Başladım

Popüler Yayınlar